Bu ülkenin Amerika tarafından istilası 1950 yılı itibarıyla başlamıştır. Projenin adı nedir? Marşal Planı yada projesi. Türk siyaseti bu planı, Türk halkına bir lütuf olarak sunmuştur.
Menderes hükümetinin lastik pabuç ve naylon çorap siyasetiyle sarhoş olan köylüler, Marşall Planı ile küfelik olmuşlardı.
1950 yılından önceki tek parti dönemindeki siyasi anlayış, bir çift lastik pabuç ve naylon çorapla tu kaka edilmiştir. 2.Dünya savaşındaki “karne ile ekmek” dağıtımı, bütün Avrupa’da var olduğu halde, sadece ülkemizde varmış gibi gösterilmiştir Amerikancı hükümet tarafından. “CHP kıtlıktır, yokluktur” politikalarıyla, o günlerden gelenlerin oyları devşirilmiş ve CHP düşmanlığı dededen toruna miras bırakılmıştır. Yoksullar, yoksulluklarından kurtulamasalar da, CHP’ye oy vermeyerek mutlu olmuşlardır. Sağcı partiler Allah Allah cennet pazarlayan siyasetleriyle, fabrika yerine şatafatlı camiler yaparak cennetten arsa ve huri dağıtmışlardır. Kampanyalar devam etmektedir.
Marşall planı uzun yıllar geri kalmış ülkelerde uygulanmıştır. Diyabet, damar sertliği ve yüksek tansiyon gibi hastalıkların temeli o proje ile atılmıştır ülkemizde.
Kimyasal katkılı süttozu, soya yağı, içeriği bilinmez unlar… Üzerinde birisi Amerikan birisi Türk iki kişinin, el sıkıştığı margarin tenekeleri. Mısır nişastasından yapılan plastik gibi tereyağ esanslı margarinler.
Ülkemizde zeytin ve zeytinyağına karşı düşmanlık politikaları yerli işbirlikçileri… Göbek atmaya bıkmadığımız, “Zeytinyağlı yiyemem aman türküsü yanında, Naylon çorap isterim Osman Aga türküsü.” Ağlanacak halimize yanmadan ağlamadan, girdiğimiz gülme krizleri…
Geldi beleş bedava yiyecekler memleketimize. Okullarda hademeler süt kaynattılar. Soya yağında pişirilmiş hamurları kete, gödek ve pişi yapıp yedik. Sütleri içtik. Yerli ineklere keçi ve koyunlara düşman olduk. Hazırcı olma, beleşe ömür geçirme, üretmeden yaşamak, din şerbeti içip, şükür etmek, cennet peşine düşmek, birilerini dinsiz ilan etmek… O günlerden miras kaldı bize. Bu kaşarlanmışlık, bugünkü sorun değil.
Bu gün üretimin dibe vurduğu ülkemizde, patates soğanın pahalı olmasında kimin suçu var sorusuna teyzem;
“Suçlu CEHEPE, diye cevap veriyor. Arkadaş bu insanlar, “iktidar ve muhalefet” kelimelerinin anlamını bilmiyorlar mı?
CHP’yi parti olarak kaldırın. O zaman bu cahil çok bilen insanlar, kimi suçlayacaklar merak ediyorum.
Neyse, çarpıklıklar zirve yapmış memleketimizde.
*
Anadolu’da bir köyde, çocuklar Amerikan sütü içmekten hamur pişirip yemekten bıkmışlar. Öğretmen süttozundan yoğurt yaptırmış. Çocuklar yoğurt yemekten de bıkmışlar. Okulun deposunda bitmesi mümkün olmayan çuvallarla süttozu ve un kalmış. Yağda var. Margarinler, el sıkışan Amerikan ve Türk bayraklı teneke kutularda, mis gibi.
Öğretmen köydeki fakir aileleri tespit etmiş. İşi kitabına uydurarak, şikâyetleri de ortadan kaldıracak şekilde kalan bu malzemeleri köylülere eşit olarak dağıtmış.
Köylüler ekmek yapmışlar unlardan. Margarinleri, ekmeklerin üstüne sürüp yemişler. Ooooh afiyet olsun. Süttozlarından hiç haber çıkmamış. Ancak ilçe pazarında yoğurt satanlar çıkmış ortaya. İlçe pazarına her hafta beş bakraç yoğurt götüren ineksiz köylüler, taş gibi tutmuş yoğurtlarıyla meşhur olmuşlar.
Bir gün öğretmene ilçedeki bir tanıdığı;
“Öğretmen senin köylülere helal olsun. Demek ki köyde süt üreten çok. Her hafta sizin köyden en az beş kadın, pazarda yoğurt satıyor. Geçen gün bende aldım. Kerpiç gibi valla. Arkadaşların dediği kadar varmış.”
Öğretmen konuşmak için ağzını açacak olmuş. Adam söz vermemiş.
“Elbette yoğurt kaliteli olacak. İnekler çayırlarda doğal besleniyor. Aferin senin köylülere. Sende şanslısın en iyi doğal yoğurdu sen yiyorsun. Köyde öğretmen olmak işte bu kadar iyi.”
Öğretmen işi anlamıştı. Gizleyecek yalan söyleyecek hali yoktu.
“Bi dinle hele arkadaş. Sizin aldığınız yoğurt köyün ineklerinden koyun ve keçilerin alınan sütten yapılmıyor.”
“Nasıl?”
“Kardeşim ben köylüleri okulda kalan Amerika’dan gelen süttozlarını vermiştim. Çocuklar sütü içmeyince, bozulup ziyan olmasın, fakirler içsin diye düşünmüştüm. Halt etmişim! Bizim köylüler yoğurt yapıp pazarda satmaya başlamışlar.”
“Hayda!”
“Öğrendin mi köyün ineklerini, ineklerin doğal sütünü? Öğrendin mi üçkâğıtçılığın nasıl mayalandığını? Öğrendin mi salyangozun nasıl satıldığını? “
İşte o günlerden beri bu ülkenin insanı süttozundan besleniyor. Bu beslenme bazen makarna, bulgur olabiliyor. Bazen de ısıtılıyor insanlar. Yeter ki bedava olsun. Ne olursa olsun.
Bu insanlar balık tutmaya değil, yemeye ellili yıllardan alıştırılmaya başlandı. O günün iktidarlarıda her şeye çanak tuttular.
Bugün yedi milyon köylü kalmış. Köylerdeki insanlar kentlere göç ettirilmiş. Hazıra alıştırılmış. Üretmek yok, tüketmek çok.
O yedi milyon köylüde tüketici olmuş.
Köylerde tavuk yok. Yem yok.
Bakkalda simit var ekmek var. Köyde fırınlar göçmüş.
Yoğurt yok.
Sağan sarımsak yok,
Maydanoz tere yok.
Temiz akan dere yok.
Ayakta çorap başta bere yok.
Yok oğlu yok!
…
Siyaseten dayatılmış, kronikleşmiş fakirlik, ancak ölünce biter. Ancak ölenin çocuklarına miras kalır.
Tozpembe vaatler… Boş sigara paketinin üstü, not defterleri… Süper yalanlar, palavralar… Dinciler, din, inanç sömürüsü. Solucana atlayan kuşlar gibi düşünemeyen benim milletim.
…
Türk milleti çalışkandır… Türk milleti zekidir... Ne mutlu Türküm diyene!…
Kimin umrunda?
Ölen ölür, kalan sa…
23.02.2019/Kepez/Çanakkale